Nehir Turları

Nehir Turları

>
Nehir Turları

Nehir Turları

22 Aralık 2023
image

Dünyayı bir de nehirlerden keşfetmek sanırım her gezginin hayallerini süsler.

Yemyeşil orta Avrupa şehirlerinin arasından aheste aheste ilerlerken derebeylikler zamanında kalan kaleler, şatolar av köşkleri ve küçük Avrupa köylerine nehirden bakmak, adeta şehrin kalbine giden damarlardan birinde yol almak gibidir. Akşamları ise bu şehirler, parlamento binaları, köprüler ; üzerine altın tozu serpilmişçesine parıldar. Geminizin güvertesinde ikram edilen sıcak içeceğiniz ile beraber bu ihtişamın keyfini çıkarmak kalır size sadece.

Avrupa’nın en büyük nehirlerinden biri olan Tuna nehri 2860 km uzunluğundadır. Almanya’nın Kara Orman bölgesi diye adlandırılan Donaueschingen kasabasından başlar. Havza ülkeleri sırasıyla; Almanya, Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya, Moldova ve Ukrayna’dır. Ruhuna dokunduğu 10 ülkeyi kapsayan havza alanı 801.463 km2’dir.

Linz, Melk, Viyana, Bratislava ve Budapeşte’ye uğrayacak programımız Passau limanından başlıyor. Akşam hareket edeceğimiz için gemide dahil olduktan sonra tekrar çıkıp şehri gezme imkanımız da var. Ortaçağ mimarisinin hakim olduğu bu güzel Bavyera kenti,  tarih boyunca hiçbir yıkıma uğramamış. Nedeni ise endüstriyel anlamda bir değerinin bulunmamasıymış. Belki de bu yoksunluğa bir teşekkür borçluyuz, yoksa bu nehir kenarındaki küçük cennet böyle güzel kalamazdı. Sokaklar genellikle dağlık bir coğrafya olması nedeniyle dik yokuşlar üzerinde. Bu da hepsinin büyüleyici bir manzarasının olmasını sağlamış. Geçtiğiniz her sokak vitrine baktığınız her küçük dükkan nefis çörek kokuları aldığınız pastaneler ve rengarenk caddeler akıllardaki soğuk, sisli ve puslu Alman kasabası imajı ile dalga geçercesine ışıldamaktadır. Passau bir Avusturya sınırında bulunur ve bir Katolik yerleşim yeridir. Bu nedenle 400 adet kilise bulunur. Bunlardan St. Stephan katedraline mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Mükemmel iç dekorasyonu, duvar ve tavan resimlerinin yanı sıra Avrupa’nın en büyük kilise org’u da buradadır. Akşam saatlerinde nehir gemimiz ağır ağır Passau’dan uzaklaşırken hem ayrılmanın hüznü hem de yeni limanlar keşfedecek olmanın heyecanı ile güverteden el sallıyoruz.

Nehir gemileri Cruise gemilerinden farklı olarak daha minimal ve daha su üzerinde yolculuk etmekten keyif almak üzere tasarlanmıştır. Fransız balkonlu odanızın camını aralayıp nehir üzerinden sakince yolculuk etmek size tüm günün yorgunluğunu unutturacak.

Ertesi gün uyandığınızda muhtemelen çoktan Linz’e varmış olacaksınız. Dışarı çıkmak için acele ederseniz kaçırdığınız açık büfe kahvaltı için üzülebilirsiniz. Mozart’ın 36. Senfonisine (Linzer) adını veren bu şehir aynı zamanda kışın güzel bir kayak merkezine dönüşür. Tuna nehrinin kıyısında camdan yapılmış Lentos Sanat Müzesi; modern ve elektronik sanat tutkunları için kesinlikle kaçırılmayacak bir fırsattır. Avrupa’nın en büyük meydanı olan şehir meydanı geniş ve ferahtır. Eski mimarileri ile binaların baktığı sokaklar da kendinizi bir zaman yolculuğunda hissedebilirsiniz. Dilerseniz trenle Avrupa’nın en dik tren yolu olan Pöstlingberg’e gidebilir ve tüm Alpleri görebilirsiniz. Gemiye dönmeden önce mutlaka Linz’in güzel cafelerinden birinde ‘’Linzer Torte’’ denemenizi tavsiye ederim.

Nehirlerde ki bazı noktalar da kot farklarının olması, buna bağlı olarak akış hızının artması ve nehir üzerinde yolculuğun güçleşmesi nedeni ile bu noktalara kurulan setlerle su yüzeyi alçaltılıp yükseltilebilmektedir. Bu sistemlere seviye havuzları denir ve birleşik kaplar prensibi ile çalışır. Kısaca iki adet set ile içine bir ya da birkaç farklı gemiyi alabilecek bir havuz oluşturulur ve altlardaki kapaklarla su seviyesi bir asansör gibi dengelenir. Böylece gemi yoluna kaldığı yerden devam eder.

Bugün kabinin penceresinden baktığım manzara Melk…  Şüphesiz şehrin sembol mimari yapısı Melk manastırı olarak da bilinen Benedictine Manastırı’dır. Yüz bin cilti aşkın, zengin kütüphanesi ve Umberto Eco’nun “Gülün adı” isimli romanına konu olmasıyla bölgede ki en çok turist çeken yapıdır. Şehrin ortasında ki kayalığın üzerinde heybetli bir şekilde, Tuna nehrini ve UNESCO dünya mirasları listesine dahil edilen Wachau Vadisini izleyen bu manastıra kent meydanından 15 dakikalık bir yürüyüşle ulaşmak mümkündür.  Önceleri kale olarak kullanılan bu yapı 1089 yılında Benedict rahiplerine hediye edilmiş. Nedeni ise 6. Yüzyılda buraya gelerek o zamanlar kale olan manastırın altında bir mağarada 3 yıl münzevi olarak yaşayan Aziz Benedict. Bizlerin daha çok ‘’Nursialı Benedikt’’ olarak bildiğimiz aziz hala Sistersiyenler ve Trappistler tarafından kurallarına bağlı yaşanan bir azizdir. Öyle ki; 2005 yılında papa seçilen Alman Kardinal Joseph Ratzinger, kendisine Benedict ismini seçmiştir. Ve Kardinal Joseph tarihteki 16. Benedict olmuştur. 1711 yılında buraya ziyarete gelen Habsburg hanedanının ilk ve tek kadın imparatoriçesi Maria Theresia tarafından bugünkü ihtişamlı görüntüsüne kavuşan manastırda 497 oda ve 1365 pencere bulunmaktadır. Yapımında tam 1 milyon adet tuğla kullanıldığı rivayet edilen manastırın girişinde bir vefa göstergesi olarak 200 metrelik bir koridor da Habsburg ailesinin ileri gelenlerinin resimleri sergilenir. Hayatı boyunca bu manastırı 4 kere ziyaret eden Maria Theresa aynı zamanda Fransa’ya gelin olarak gönderilen ve Fransız devrimi ile hayatı ve saltanatı sona eren Fransa’nın son kraliçesi Maria Antoinette’in de annesidir.

Benedict Manastırının yanı sıra küçük kuleleri bulunan 400 yıllık eski ekmek deposu, duvarları asma yapraklarıyla örülmüş Melk’te ki en eski bina olma özelliğine sahip Haus Am Stein ve Belediye Binası da görülmeye değer yapılardır. Şehrin meydanındaki Kolomanbrunnen çeşmesi ve tepesindeki St. Kolomon heykeli mutlaka görülmelidir.

Akşam gemide Budapeşte’nin meşhur Çigan eğlencesine katılacağımız için gemiye döndüğümüzde akşam yemeğinden önce dinlenmekte fayda var. İlk gün size bir yabancı gibi gelen gemideki diğer insanlarla küçük bir gemide beraber seyahat etmeye başladığınızda görüyorsunuz ki ortak ilgi alanlarınız ve ortak zevkleriniz var. Farklı kültürlerden de olsanız bu kısa yolculuk keyifli sohbetler eğlenceli anılar ve şaşkınlıkları beraber paylaşacağınız birçok dost edinebileceğiniz bir ortam. İnsan biriktirmenin ve döndüğünüzde uzaklarda bir yerde beraber güzel anılarınızın olduğu insanların yaşadığını bilmenin kalbinizi uzun süre sıcak tutacağına eminim.

Bu sabah Avusturya’nın başkenti Viyana’dayız. Burası yaşam koşullarının ve kültür seviyesinin yüksekliğinin etkisiyle Avrupa’da müziğin, sanatın ve modanın başkentidir. Şehrin her köşesinde müzeler, vintage ya da tasarım ürünler satan mağazalar, opera binası ve konser takvimi ile en keyifli vakit geçirilebilecek Avrupa şehridir. Şehir merkezindeki gösterişli gotik mimari eseri olan katedral genellikle ziyarete kapalıdır ama içeride kilise korosunun bir çalışması olursa kapılar ziyaretçilere açılır ve gezme imkanı bulunabilir. St.Stephan Katedrali’nin ön yüzünde Osmanlı kuşatmasında aldığı bir yara bulunmaktadır. Avusturya hükümeti hem kilisenin doğal dış görünüşünü bozmamak için hem de o dönemki mücadelelerine duydukları saygıdan dolayı tamirinden kaçınmaktadır. Julius Meinl başlarda bu şehirde baharat, kahve ve kakao çekirdekleri satarken, kendi geliştirdiği bir yöntemle kahve çekirdeklerini kavurur, kömürden çıkan kirli gazlara temas ettirmeden uyguladığı bu yöntem ile kısa zamanda çok meşhur bir kahveci haline gelir. Bazı söylentilere göre Julius bu yöntemi Türklerden öğrenir ve sembol olarak kendine fesli bir insan silüeti seçer. Graben caddesindeki ilk kahveci dükkanının hemen karşısında Avrupa’nın bir çok şehrinde görülen kara veba hastalığında kaybedilenler için dikilen bir anıt bulunmaktadır. Ünlü İngiliz, İtalyan ve Fransız markalara ait giyim mağazalarının arasında tarihteki ilk Viyana usulü ‘’Schnitzel’’i 1632 yılında yaptığını iddia eden Figlmueller’e de uğramadan olmaz. Daha sonra Hapsburg Hanedanı’nın görkemli imparatorluk yıllarına sahne olmuş Hofburg Sarayı’nın birbirine bağlı iki avlusunu gezebilirsiniz. Eskiden saray olarak kullanılan bu yapının şimdilerde bir kısmı kütüphane, arkeoloji ve tarih müzesi olarak hizmet vermektedir. Sarayın ana binası Cumhurbaşkanı’nın resmi ikametgah yeri olarak kullanılmaya devam edilmektedir. Yine de imparatorluk Maria Teresa, Franz Joseph ve Elizabeth Sisi’nin kişisel eşyalarının sergilendiği müze bölümü de bulunmaktadır. Şehrin tarihi kısımlarında bir daire çizmek için sarayı bitirdiğinizde Parlamento Binasına doğru yürüyebilirsiniz. Burada şehrin genelinden çok farklı olarak Helenistik bir Parlamento Binası bulacaksınız. Şehrin hemen her yerinde görebileceğiniz ejderha ile mücadele eden insanların heykellerini ve figürlerini göreceksiniz. Bunlar süregelen sisteme ve düzene karşı birer mücadeleyi sembolize ettiği için şehir merkezlerinde oldukça büyük ve gösterişli olarak teşhir edilmektedir. Yorucu turumuzu Viyana’nın meşhur tatlısı ‘’Sacher Torte’’ ve içeriğinde yasemin bergamot ve İngiliz kahvaltı çayı da bulunan Sacher Çayı ile tamamlıyoruz.

Turumuzda ki son durak Budapeşte. Batı Sibirya’dan gelen kadim Macar halkı birçok özelliği ile Türk halklarına benzerlik göstermektedir. Şehre adım atar atmaz gitmeniz gereken ilk yer bence Gellert Tepesi. Tuna nehrinin Buda ve Peşt olarak ikiye ayırdığı bu güzel şehre Gellert Tepesinden bakmak için muhtemelen tarihi zincir köprüden geçmeniz gerekecek. Aziz Geller’e ithaf edilmiş bir anıtın da bulunduğu tepe 235 metre yüksekliği ile şehri bir kartpostal gibi ayrıntılarıyla görmeniz adına en elverişli noktadır.  Birçok kültürün zenginleştirdiği Macar Mutfağı denemeye değer bir çok lezzet imkanı sunar. Buradaki vaktinizi dilerseniz geleneksel hamamlarda şifalı suların keyfini çıkararak ya da yakınlardaki at çiftliklerinden birini ziyaret ederek değerlendirebilirsiniz. Hamamları Türk hamamlarına çok benzer ve termal sularının faydaları saymakla bitmez. At çiftliklerinde ise Macarların eğittiği güçlü ve güzel atların gösterilerini izleyebilir ve yeni fırından çıkmış çörek ve sıcak şarap ikramları ile doğanın tadını çıkarabilirsiniz. Macaristan da meşhur olan bir başka yerel alkollü içecek ise Palinka’dır. Bir çoğunun alkol oranı % 48’e kadar ulaşırken mürdüm eriği, mandalina, armut gibi çeşitli versiyonları da bulunur. Geceleri bu şehir sizi çok şaşırtacak. Sokaklarda farklı renkte ışık bile yanmazken büyüleyici silüeti ile Parlamento Binası, köprüleri ve Vaci Utca caddesi görülmeye değerdir.

Bu güzellikleri muhteşem bir keyifle birleştirip bize sunan Tuna Nehrine teşekkür ederek turumuzu sonlandırıyoruz. Dünyaya bir de Nehirlerden bakmanız dileğiyle.

Paylaş

Seyahatiniz burada başlıyor.

Haber bültenimize kayıt olarak tekliflerimi öncelikli olarak alın

Bizi Arayın

Bize Ulaşın

Whatsapp

Bize Ulaşın